Aladağlar kampında genç ve atılgan bir takım vardı. Şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığı şeyleri, hiç kimsenin hayal etmediği bir biçimde yapmak, yaşatmak istiyordu. Gönüllü olarak bunu çok istiyorlardı da, bir araya gelir gelmez zihinlerinde yapacakları siliniyor, sıcacık heyecanlar buzullara dönüşüyor, hedefleri duman oluyordu. Kaç kez denedilerse hayalleri kâğıda dökülmeden uçup gidiyordu.
“Belki kâğıt değişmeli “ dedi biri, “âherlenmiş kâğıt olmalı! “ Eşya bulucusu Herbol aherlenmiş kâğıdı buldu getirdi. Daha üzerine bir harf konmadan kâğıt soğuk bir mermer oluverdi, üzerine yazamadılar.
“Belki ona yazan kalem değişmeli” dedi Alfa. “Eski bilgelerin yazdığı kalem olmalı!”
Bilge Tuva’nın Karataş kalemini satan Huruş isminde dükkân vardı. Dükkâna vardılar, onu satın aldılar. Ancak Karataş kalem, kâğıda değmeden un ufak oluyordu.
Hayal ettikleri şey geceleri yasemin kokuları bülbül seslerine karıştığında tekrar başlıyordu. Ayın yarısını gök kayanın arkasına sakladığı günlerde alaca gökyüzünde etrafa ışıklar saçarak ağır ağır yürüyen bir ada vardı. Adanın üzerinde birkaç palmiye arasında hamakta yatan Tuva’yı gördüler.
Aylardan Ağustos, Aladağlar’ın 7. Yılı. 13.cüsü. Bilgelik ve düşler gününün on üçüncüsüne üç gün var. Tuva aşağıya indi. Adasını Aladağ gölüne kurdu. Onu Aftab-ı Su isminde bir kız takip ediyordu. Bu kızın içinde bazen lale bahçesi, bazen safranlarla hazan bahçesi kurulur, bazen karagüller açar, bazen fasl-ı gül içinde kıpır kıpır bir dolunay olur.
“Çok müstena bir bilge olmalı Tuva “diye geçirmiş içinden. Tuva yere bir minder attı. Kocaman bir rahleye kehribar renginde bir defter koydu. Eline aldığı Karataş ile yazmaya başladı. Aftab-ı Su rahlesinin önüne diz çöktü. Arkadaşlarının her gece düşündükleri ama bir türlü gerçekleştiremedikleri hayali bu gece gerçekleştireceğini anlayarak içi içine sığmadı, taştı sulara ve sulara hayallerinden bin parça döküldü. Göl kocaman bir gülüşe, aladağ fincan tabağına yansıyan Hande ye dönüştü.
“Bu gece”, dedi. “Bir hayalin avuca nasıl doğduğunu göreceğim. Diğer kardeş gruplara da bu sırrı anlatacağım.” Tuva Karataş’ı rahle üzerindeki deri üzerinde gezdiriyordu. Göle akan nehrin ağzına kurulmuş iğde ağacında bir kuş sabaha kadar hiç durmadan şarkı söyledi.
Karataş’ın çıkardığı ses de beraberinde devam etti. Ay sabahlığını giydi, uyumaya gitti, güneş çıkardı geceliğini, kuşları tek tek uyandırdı. Aladağlar kampı başlamak üzere. Hiç durmaksızın yazılan düşler, flüt sesinin eşliğinde gölün sularına karıştı.
Yaşam Takımları™ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Eline sağlık Ustam