Bölüm 2 – Sönmüş Fenerin Kehaneti

Bu durumdan habersiz, kendi şehrinin yağmurunda başını öne eğmiş bir tim lideri ömründe ilk kez levhalara çekilen hatlar gibi nefesine özenle fısıltılar yüklüyordu. Asivahman’ın mırıldandığını kimse duymadı. Duymadığı için de timindekiler lale tarhlarına benzeyen yüzleri ile ondan gelecek teyakkuz haberlerini umutla beklediler. Bu Aladağlar da her şey bizim için daha başka olmalı diye 90 gün önce birlikte söz vermişlerdi. Çoğalarak katılacaklardı. Tim sıralamasında en geriye düştüler ve o düşüşü önce dikkate almadı. Nasılsa bir yolunu bulur tim olarak en iyi şekilde katılırız demişlerdi. Süre bitmişti. “Eyvah Asivahman eyvah, vah timim vah” diye söyleniyordu. Takımında heyecanla onu takip eden, kendisine teslim edilmiş gençleri başarısızlığa uğratmış, onları Aladağlar’dan mahrum etmişti. Aladağ gecelerini gerçekleştiren takımın lideri Dil-i şan onu çok önceden uyarmıştı. Demişti ki: “Aladağ günlüklerini iyi oku! Orada yazanlar yaşanacakların bir yansıması.” Pek kulak asmamıştı ve yine sönmüş şato feneri gibi bakmış ve ertelemişti yapacaklarını. Dil-i şan Aladağ günlüklerinin yarını bir hatıra gibi anlattığını anlamıştı anlamasına da bu nasıl yazılıyordu merak içindeydi hep. Daha değerli bir soru Dil-i şan’ın kendi takımındaki kardeşi Zühre’den gelmişti. “Bu yazgı değişir mi? Yansıyanlar bir uyarı mı yoksa! Onu değiştirebilir miyiz? Aladağ günlüklerini yazan Kara Usta bu yazgıyı kutsanmış bir yerden mi aşırıyor? Sorular soruları kovalarken, sorulardan birinin ayağı takıldı düştü. Her ikisinin de yüzünde şakın bir gülümseme vardı. Yoksa Tuva’nın defterinden mi? Aftab-ı su yazgının gölünde, düşlerin dağında, Tuva ile yarım ay gecesinde bilgelik damlalarını sihirli şişeye yerleştirmiş, Tuva’nın tarifi üzere bir ipe bağlayarak, gölün küçük balığına emanet ediyordu. Tuva ona demişti ki; “Birisi gelecek bu ipi çekecek, sihirli şişeye ve içindeki bilgeliğe sahip olacak. Tüm yarışmalar bittiğinde, bulunmayan, bilinmeyen son bir mesaj kalacak geriye. O mesaj bir düğüm gibi, sırlar içinden bir seçkin gibi ateşin göğe direklendiği sırada düşecek kalbe. Kara Usta masalın önüne bir başka masal anlatmaya başladığında, çam közünde kahveler piştiğinde birinin kalbine doğacak ve ipi çekecektir. Küçük balık da o şişenin içindedir belki. Onu yaşatacak, bilgelik yazgısını öğrenecek.” Yazgısını zamanında öğrenen, onun değişmesini isteyebilirdi. Asivahman yazgısını öğrenmek bir yana, göreceği yere hiç bakmamıştı. Katılamadıkları için çok üzülen ve ahlar içinde kalan timinde Aladağlar’a gelenlerin en sevilenlerden olan Kunduz çifti de bulunuyordu. Takım liderleri Asivahman beyninde bir yangın çıktığından beri listenin dibine çakılmış beklemektelermiş. O yangın sonrasında Asivahman’ın beyin soğancığı yanmış, hekimler yerine arpacık soğanı koymuşlar. Arpacık soğanı ona sürekli yemek yediriyor, midenin içinde gezdiriyor, zeytinyağlılar, etler içinde yüzdürüyor, artık yemekten haz almıyor sadece keyf alıyormuş. İletişimi unutan tim, unutulurmuş. Asivahman’ın timi unutulmuş. Listeye girememiş. O timdeki sevilen Kunduzlardan birinin adı Alp diğerinin adı Tül’müş. Tül rüzgâr estikçe öylece salınır, hiç kimse görmeden takım için bir şeyler yapmak istermiş. Alp kimin damağında kuruluk görürse çay yetiştirirmiş. Her iki kunduz da her takım buluşmasında aranır, sorulur, çok sevilir olmuşlar. “Neden biz Asivahman’ın yazgısına kurban olduk” diye medet istemişler. Yaşlı, kel, fodul Kara Usta bir hikâye anlatıcısıydı. Anlatmış onlara kara yazgısını değiştirmeyenlerin hikâyesini. “Karanlık çağlarda güneş dahi siyah bir nokta gibi doğarmış, bir gün bir yabancı gelmiş. Çok uzaktan geldiğini bilmişler de bu uzaklık, yıldızlara mı varıyor onu bilememişler. Beyaz atını rüzgârın göğsüne sürüp, dalgalanan saçlarını arkasından gelen ışığa yatırmış. Kuzeyin sert topraklarından daha kuzeye yürümüş. Öyle gitmiş ki, ne gittiği yolu bir daha giden olmuş, ne geldiği yolu bir daha gelen olmuş, adına Uz demişler. Uz gitmiş, batıdan gidip, doğudan tekrar çıkagelmiş, sanmışlar az gitmiş de dönmüş, az gitmiş, uz gitmiş demişler. Kendi halkı onun yanında gelen oğluna Tur demiş. Kuzey halkı da Thor olarak seslenmiş. Önüne çıkan engelleri Od(ateş) ile kül eder, şeytana uyanları od ile yaptığı duvarın arkasına hapsedermiş. Karanlık çağın nebrilerinden kurtardığı insanlar ona İnen ateş, Od İn demişler. Tüm kuzeyin kağanı olmuş. Doğduğu topraklar da adı Uz Kağan olarak anılmış. Omuzlarında kartallar, iki yanında kurt, başlığında iki dağ keçisi boynuzu ile kuzeyde od indiren manasında ateş indiren yani Odin diye anılmış. Wiking diyarında adına bir masal anlatılmış. Herwarar Masalı… Bu masalı bilmeyenin ocağındaki ateş sönermiş. Masalda kurtarıcının iki halktan geldiği anlatılırmış. Türkiar(türk ili) ve Asiemaen(asyalı). “Size Herwarar Masalından bir kaç not günce aktaralım “demiş, Kara Usta kunduzlara; “Bir gün Asiemaen halkı iki meşrebe ayrılmış. Asiman ve Asivahman. Biri kötülüğün yazgısını değiştirir, kötülüğe isyan eder. Diğeri iyiliğin yazgısını değiştirir, kötülüğün farkında olmazmış. Uz kağan kendi halkından böyle gafil bir halk çıkmasına sinirlenmiş. Asivahmanı da uzun kulaklı, cüce nebriler gibi hapsetmiş. Hapsedilen yer kuzeyde “set” diye anılır. Bir arap gezgin olan Batuda kuzeylilere sormuş Odin’i ve Set’i nasıl tarif edersiniz diye. Onun tarifini yapan bir defter var demişler. O defter Sibiryada Uz’un çocuklarından biri olarak yaşayan Tuva’nın defteriymiş. Karataş ile yazılan yazılar hem gerçek olur hem gerçeği değiştirirmiş. Batuda o defterin peşine düşedursun. Biz bakalım Uz kağan ne yapmış Asivahman’a. Asivahman’ın kapatıldığı dehlizler çok karanlıkmış. Pişmanlıklar içindeki Asivahman Uz kağandan af dilemiş. Uz kağan ona bir fener vermiş. “Bu fener ile oradan çıkışı bul, sakın ola bu feneri söndürme, onunla halkını aydınlat. Bir daha yaklaşan kötülüğe yakalanmayın. İyiliğe karşı isyan edip, hem isyan eden hem vahlanacak insanlar olmayın. “ demiş. Feneri alan Asivahman çıkış yerine, karanlık odalarda hazine aramaya başlamış.Odalardan biri kasvetli şatoya çıkıyormuş. Kasvetli şatoda iyi kalpli ama mutsuz bir adam yaşarmış. Dilrenk diye bir kıza âşıkmış, eğer onunla evlenirse mutlu olacağına inanırmış. Şatoya çıkınca elindeki fener sönmüş. Oysa o fener iyi kalpli mutsuz adam için aradığı ilham ve aşkı Dilrenk için bir yol göstericiymiş. Asivahman sönmüş feneri şatonun tepesine dikmiş. Uz kağan fenerin söndüğünü, başkasının şatosuna çıktığı görünce elindeki baltası ile kılıcını birbirine vurmuş. Çıkan şimşekten korkan Asivahman; “efendim fener söndü ama benim gözlerim artık fener gibidir” demiş. Kükreyen Uz kağan; “O yusyumru gözlerin güneşte, ihtiyaç olmayan zamanda görmekten başka ne işe yarar sönmüş şato feneri gibi bakan bu gözler, güneş kaybolduğunda halkına korku, kaygı ve keder verecektir” demiş ve onu kovmuş… O gün bu gün gündüz gözleri ışıklanırmış ama gece sönmüş şato feneri gibi bakar kalmış…” Bu hikâyeyi dinleyen kunduzlar “peki biz ne yapabiliriz?” diye sormuşlar. Kara Usta, hayal gecesinden sonra gelin, ateşe Zahalli otu karıştığında anlatacağım demiş. “Ama nasıl gelelim, biz gelemiyoruz ki!” demişler. Araya kaynamış soruları ve öylece beklemişler. Bölüm 3 – Amazon Savaşçılar >

Yaşam Takımları™ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın

0 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle

0
Düşüncelerinizi merak ediyoruz, lütfen yorum yapın.x