Kinha
Geceden tavana astığım resimlerim sabah bozulur, pencereyi açınca kanatlanır içindeki düşlerim, uçar kaybolurlardı gün ışığında. Herkes gibi dönerdim günün getirdiklerine. Ayrıldığım da yaşlı sahaftan Abidinpaşa’daki öğrenci arkadaşlarımın evine giden yolda buldum kendimi. Altı kişilerdi. Bir gün ara ile tonla laf biriktirirdik birbirimizi ısıtacak. Yokuşu bitirene kadar neler olurdu neler. Yaşadıklarımın içinden beni avutan onca şeyi, deli gibi akan akşam trafiğini takip eden kaldırımlarda bulurdum. Montaigne’in fikirlerinin at sırtında uzun yolculuklarda filizlendiğini, yolculuklardan sonra derin eylemci fikirlerle döndüğünü henüz okumamıştım bile. Bilseydim daha çok yolculuk yapar, dönüşte biriktirdiklerimi sakin ortamda kaleme düşürürdüm. Sessiz ve hareketsiz bir ortam ancak bir hareket sonrasında yakaladıklarımızı yerli yerine koymak içindi. Yaşamıma uğrayan her zorluğu başka türlü görmek için bu yokuşa sürerdim, kendimi…
“Hiçbir şey kendiliğinden ne o kadar üzücüdür ne de zor. Bizim gevşekliğimiz, güçsüzlüğümüzdür ona bu niteliği veren. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için onlara göre bir ruhumuz olması gerekir; yoksa kendi çamurumuzu görürüz onlarda. Doğru bir kürek suda eğri görünür. Önemli olan bir şeyin görülmesi değildir yalnız, nasıl görüldüğü de önemlidir.” Michael de Montaigne
Kervanların hikayecileri neler anlatıyordu ay ve yıldızların altında? Gece arkadaşlarımın sohbetine bu soru nedeniyle kendimi pek veremedim. Geç bir saatte ayrıldım, evime doğru yürüdüm. Yıldızlar altında değildim. Şehrin ışıkları yıldızları boğmuştu. Her insan kendi hikayesinin anlatılacağı bir geceyi bekler. Yıldızsız bir şehir gecesi değildir.
Başka insanların zamanından kaçırılan trene atlamak gibidir, yalnız yürüyüşler. Belki de herkes herkesten sıkılıyordur ve treni de kaçırmıştır. Öyle ya çöpçüsünden amirine, serserisinden öğretmenine, balkon ipinde çamaşır sergisi yapanından pazarcısına varana kadar herkes yaşam reçeteleri dağıtır, hiç durmaksızın mutluluğun ilacını içirirler. Arada bir insansız kalmayı bu yüzden çok özlerim.
Gerçekliği olduğu hal ile tanıma fırsatı bulurum. Başkaları olunca gerçekliği daha kolay reddederiz, değiştiririz, savunuruz, bozarız. Başkaları olmadan da olmayacaktı elbette.
Gerçekleri olduğu hal ile kabul etmiş olsam da bir sonraki gerçeğin değişmeyeceğini bilsem ve yıldızlı bir kurgum olmazsa bir hummaya yakalanırdım. En çok da kendimle ilgili korkunç varsayımda bulunmamak için isterdim başkalarını hayatımda. Kendimizi zamanın sanki başlangıcı ve sonu saymaya meyilliyiz hem de merkezinde sayarak. Ya içimizdeki hiçlik? Birilerinin onu doldurması karşılığında teslim olmaya ne çok ihtiyacımız oluyor. Kolektif akıllara ve kurtarıcı ruhlara teslim olmak istemedim. O hiçlikte başka bir şeye tutunmak istedim. Bir tür heyecan bir başka tür merak. Beni ne itecekti gerçeklerin üzerinden heyecanlarım askıya alınmış olsaydı. Ya merakım alınsaydı, hiç şüphesiz soluk bir zaman kalırdı geriye. Tüm mekanları tutuşturan ateşliliğim en az topraklığım kadardır. Tutkularım bir ateşin üzerinde kaynamakta ve dekoratif düşlerim akmaktadır dünyaya doğru. Bu benim ezgim, benim başkalarına karşı sessizliğimden çıkan sesim. Evrenin en gevezesi insan ne çok seviyor ötekiler adına konuşmayı. Düşlerinden başka her şeyin sahte olma olasılığı bu salgındandır işte. Düşler sadece beni temsil eder ve beni ifade eder. Başkaları olduğunda ne kadar duygularım artıyorsa o kadar da gizlediklerim, değiştirdiklerim artacaktı. Sürekli kalabalık kalsam bir süre sonra kendime baktığında ürkerdim, başkalarına sunumu yapılmış insanlığımdan.
Ay ve yıldızlar altında bir hikâye vardı. Bir kervanda parlayan keselerin içinde altınlar gümüşler vardı. Kervanlar bir ırmağa benziyordu. Dünyanın tüm keselerinin içi mutlaka boşalırdı. Kervanlar arkası kesilmeyen ırmaklara benziyor ve keseleri yeniden dolduruyordu.
Kanes ve Babil şehirlerine uğrayan kervanların hikayecilerinden Hayani’yi öyle şeyler anlatmış ki Tamkurun, Asur Kralı Puzur, sarayda biraz daha kalmasını ve hikayeciyi de sarayda görmek istemişti. Tamkarun kendisini şikâyet eden komutanın baş vezir olmak istediğini öğrenmişti. Tamkarun saraya meşhur hikayeci Hayani’yi davet ettirdi.
Hayani büyük bir hikayecidir. Hikayesine güneşle başlarsa, bilgeliği anlatır, ayla başlarsa aşkı anlatır, yıldızlarla başlarsa zenginliği anlatır. Yıldızlarla başladı hikayesine.
“Gökyüzünün karanlığında çöle doğru akan yıldızların parladığı geceyi ilk siz yaşamayacaksınız, atalarınız krallarınız onların da ataları karanlığın içinde bu yıldızları buldular. Sizlerden sonra gökyüzünde dolaşan bu nehirler akmaya devam edecek. Duymadınız mı gemilerin efendisi Tir Kralı neden gezgin bilge ve tüccar Kinha’yı seçti kendisine baş vezir olarak?
devamı Hemera
Teşekkürler 👏👏👏
Bu sayfada okuduğum ilk yazı oldu. Ne kadar duru, düşündürücü bir o kadar da insana huzur veren bir anlatım. Giderek büyümenizi daha çok insana bu güzel hisleri yaşatmanızı diliyorum 🙂 Teşekkürler
Her insan kendi hikayesini anlatacağı o geceği beklet
Ne hoş sürükleyici birr anlatım emeğinize sağlık
Ne kadar boş olurdu hayat insanín merakí olmasa ve heyecanla aramada anlamí kalmazdí bulduklarının
Teşekkürler Ustam sayfa harika dúşlere yolculuk gúzel