Aladağ Kış Masalı-3 (Aralık 2022) - Yaşam Takımları™

Aladağ Kış Masalı-3 (Aralık 2022)

Yaşam Takımları
Yaşam Takımları
Postponed-Summer
/

3. Zaman.  Ay Gecesi

Cadılar ay ışığında yürürken, gölün kıyısında bir kız aynı ay ışığında düşlerini arıyordu.  Kız gölün küçük balığını görmedi. Küçük balık annesine “bak yenilerden biri, ona Aysüren diyorlar. Meraklıdır heyecanlıdır cesareti edeplidir ve becerisi de pek sevimlidir. Kolay güler kolay dener, zor karar verir. Şimdi düşlerini arıyor, ona yardım edebiliriz”

Nasıl?

Gölün yüzeyindeki buz kırığından tadabilmeyi öğretebiliriz. Biliyorsun bunu sadece ay ışığı toplayanlar yapabilir ve ay ışığı toplayanlar şimdilerde pek kalmadı.

Üzüldüm dedi küçük balık. Keşke bilseydi… ay ışığı toplamanın düşler yürüyüşünden çok önce başladığını…Aysüren bir düşün kıyısına kadar yaklaştı, yaklaştı ve bir gerçekle karşılaşmaktan korkuverdi.  

Cadı Fit ve taraftarları kuzey ormanına ulaştılar. Bu ormandan kampa giriş için bir geçit vardı. İsrafiye binasının altındaydı bu geçit. Hiç kimse onları fark etmeyecekti. Hiç kimse bir cadının fısıltısını tanımayacaktı. Hiç kimse kendi sesi ve sezgisi arasına katılanları bilmeyecekti. Cadıların da kelimeleri resimleri fikirleri vardı. Merak ağacının altına gelmişler. Sorulara yaklaşmışlar.

“Neyi değiştirmeliyim?” sorusu vardı dalların birinde. Güney denizlerinde ilerleyen gemileri beslemişti. Çöl gecelerinde anlatılan kervan hikayelerini beslemişti. Soruyu değiştirmek istedi Cadı Boz. Çeldirici bir merakla Instagram’daki ilginç videoları izleme uyarısını artırdı. Telefonlar insanın bir uzvu gibiydi. Gözünü unutabilirdin, telefonunu unutamazsın. “Sıkılma seni orada keyifli dakikalar saatler bekliyor hadi aç” diye uyarılarını mayaladılar ağacın köklerine doğru. Yeni meraklar eklediler sonra. Neden boşanmış acaba?  Neden bekar kalmış? Gizlediği ne var?  Zihinleri çeldiren meraklar geleceği de beraberinde çeliyordu.

Aysüren takımını tanımadan gelmişti kampa. Eskilerden biri Yaşlı Masal Seven geçti   yanından.  

          Aladağlarda şimdiye kadar olmamış bir şey olmuştu. Çizginin dışında bir takım kampın akışının yeni efendileri olmuştu. Görülmemiş bilinmemiş bir şey yapmak istemişlerdi. Ancak bir araya gelir gelmez zihinlerinde yapacakları siliniyor, sıcacık heyecanlar buzullara dönüşüyordu. Kaç kez denedilerse hayalleri kâğıda dökülmeden alev ucunda bir çıtlak kadar kalıyordu.

            Belki kâğıt değişmeli dedi en heyecanlısı, âherlenmiş kâğıt olmalı! Eşya bulucusu Yerbol aherlenmiş kâğıdı buldu getirdi.  Daha üzerine bir harf konmadan kâğıt soğuk bir mermer oluverdi, teker denediler ama yazamadılar.

            “Belki ona yazan kalem değişmeli” dedi Yarkaf. Yürüyüş de yapacağı konuşma için hazırlanıyordu bir taraftan. Gün gelecek Aladağların derin ormanlarından sorumlu olacaktı. Onların haberi çok yakındı.

“Eski bilgelerin yazdığı kalem olmalı!”

 Bilge Tuva’nın Karataş kalemini satan Huruş isminde dükkân vardı. Dükkâna vardılar, Onu satın aldılar. Ancak Karataş kalem kâğıda değer değmez hazana kalmış yaz çiçekleri gibi dağılmıştı.

            Geceleri çıralı çam kokuları kartalların fısıltısına karıştığında tekrar başlayan düşlerin birinde yeniden uyandılar.  İlk uyananlardan biri Rasemir idi.  Aklın kayıp rengini bulduğunu söylemişti. Heyecan ve vizyon birbirine karışmış atlar gibi coşarken o aklın kıyılarında yüzüyordu. Ruhunda o kümbet yaylasındaki zefir kokularından sonra başka bir akış başlamıştı.

    Her düş gününde nice güzel şeyler yaşanırdı ki amma cadı dayanamaz birinin darlık kalbine üfler, bir bahtsızı ayırırdı yaşam takımlarından ve ayırırdı sevdiklerinden.

          Ayın yarısını gök kayanın arkasına sakladığı günler de alaca gökyüzünde etrafa ışıklar saçarak ağır ağır yürüyen adam vardı. Elinde eski bir fener iğde çalıntı bir yüz arıyordu. Kimin yüzüne tuttuysa feneri istediği iğdeyi bulamamış ki yeni yüzler arıyordu. Ta ki Pey babanın yüzünde durdu. Bu yere düşmüş ay mıdır, yoksa göğe tutunamamış yüz müdür? Diye sordu

Başını eğdi pey Baba, alçak gönüllü kala kala yüce gönüllü oluvermişti. Gülümsedi, sessizce bir söz aradı, eline baktı, ayasında çizgilerin birinde bir mühür gördü. Deniz… Bir seyahat bu…

 Birden yüzü ışıldadı. Bir fener ve arkasında bir el gölün yüzeyine çıkan küçük bir balığın da dikkatini çekti. “İşte aradığım iğde” diye bağırdı adam. Bana adını söyle. Korktu önce. Tıpkı ilk başladığında korktuğu gibi. Bir düş gerçekleşmeli dediği günde o düşün kırılıp düşmesinden korktuğu gibi… defalarca kırılan kalbine söz verdiği umudun gelmemesinden koktuğu gibi.

            Feneri tutan adam ona “Şimdi git ve insanların fikrini değil, düşlerini dinle” Geriye doğru baktı Pey Baba…Fenerli adam tekrarladı…

            “Fikirler sönmüş bir fener gibidir, fitilleri tutuşmamışsa. Onları nasıl tutuşturacağını öğren”

Feneri tutan adamı Gündilge isminde bir kız takip ediyordu. Bu kızın içinde bazen lale bahçesi, bazen safranlarla hazan bahçesi kurulur, bazen karagüller açar, bazen fasl-ı gül içinde kıpır kıpır bir dolunay olur. “Çok müstesna biri olmalı” Fenerli adam diye geçirmiş içinden. Yere bir minder attı. Kocaman bir rahleye kehribar renginde bir defter koydu. Eline aldığı Karataş ile yazmaya başladı. Gündilge rahlesinin önüne diz çöktü. Arkadaşlarının her gece düşündükleri ama bir türlü gerçekleştiremedikleri hayali bu gece gerçekleştireceğini anlayarak içi içine sığmadı, taştı sulara ve sulara hayallerinden bin parça döküldü. Göl kocaman bir gülüşe, Gece dile geldi, gün oldu. Gün dile geldi, Gündilge oldu ve Aladağ fincan tabağına yansıyan güneşin ruhuna dönüştü.

        “Bu gece”, dedi. “Bir hayalin avuca nasıl doğduğunu göreceğim. Diğer kardeş gruplara da bu sırrı anlatacağım.”

         Ay gecesiydi. Kraliçe takımının başarı dolu zamanıydı. Şimdi Anormaller sunacaktı. Heyecan iki taraflıydı. Birinde hazırlayan diğerinde meraklanan. Liderlik gençlerde. Uzaklarda liderlik ağacının altında bir cadı ile darga kavgaya tutuşurken, gece salona buyur edildi herkes.

        Ramaşın ellerinde fırına sürülen sebzeli kuzu üzerine çaylar içilmiş, gülümseyen yüzler ile sohbet eden yüzler birlenmiş. Yeniler eskiler arasında karışmış. Sahne hazırlanmıştı. Derin Kıyı son dokunuşlarla anormallere bir taktik vardı. Onun kıyıları olmasaydı, biz hiçbir denizin kokusunu alamayacaktık. Her kumun sırrı taşların içinde bekleyecekti öylece. Gerçek liderler ışıklar altında değildi, ismi çağıldamazdı belki kalabalıklarda, ancak elleri ile kıyıya dalgaları bir ahenkle dingin bir zamana çevirirdi. Derin Kıyı mutluydu ve bir şarkı duyuyordu. Aynı şarkıyı Gündilge de duyuyordu. Sonra biri daha, o birinden biri daha duydu.

Fenerli adam Karataş’ı deri üzerinde gezdiriyordu. Göle akan nehrin ağzında büyümüş iğde ağacında bir kuş sabaha kadar hiç durmadan o duyulan şarkıyı söyledi. Pey baba bu şarkıyı dinleyerek uyudu ve yüzüne sarkan ay, iğdenin dallarından birinin şavkıydı.

Abone Ol
Bildir
1 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Ayşegül Karabina
2 ay önce

Çok teşekkürler. Emeğinize sağlık

1
0
Düşüncelerinizi merak ediyoruz, lütfen yorum yapın.x