Aladağ Kış Masalı-4 (Aralık 2022) - Yaşam Takımları™

Aladağ Kış Masalı-4 (Aralık 2022)

4. Şafağa Doğru / Yaşamın Nadide Bir Tadı

Derin ormanlarında mor çiçekler denizi kapandığında, beyazlar açtığında, boz tavşanlar kızıl tavşanla evini paylaşmış. Yükselmiş köpükler içinde küçük balık nehre açılan penceresinden bakmış, kahkaha atacak olmuş, alakarga uyarmış.
Güneşin kristal taneleri çimenler üstündeki çiğ tanelerini yakalamış, her birinden heceler yapmış Deli Kav. Heceleri satar mısın demiş Onkur.   Bir kelime yapacakmış bu hecelerden. Onkur kırk gün aramış bulamamış bu kelimeyi. Kırkıncı gün öğrenmiş ki aradığı kelimenin her hecesini satın almalıymış. Bir bedeli varmış hecelerin.

Her kışın bir ateşi varmış yanan, bedeli ödenen heceler öyle bir kelime bırakırmış ki, cümleler bize izin verin evimize gidelim derlermiş …

  “Bir bedel ödemelisin Onkur!” Başını kaldırınca bakmış ki Kış Isırganı şafak yolunun başında duruyor. Öyle sanıyor. Böyle kanıyor. Aklını arıyor. Akıl kendisini hem ihya eder hem ihmal edebilirmiş. Gün olur bildiklerini doğru sayar, bilmediklerini beyhude zanneder. Gece olur bildiklerinden şüphe der, bilmediklerini arar. Aklım bana yeter diyecek olmuş;

 Akıl kişinin atı, kalp kayığı. Akıl dağları aşar, kalp derinlere bakarmış. Aklım ermedi, o çeşmeye erişmedi, karnını bir güzel doyurmadı bir yokuşa vurulup alnına beyazdan bir mühür vurulmadı! Demiş Onkur “Hele söyle bedel nedir sevgili Kış Isırganı!”

Aklına itibar etmeyen karaları kaybeder, kalbine itibar etmeyen denizleri kaybedermiş.

Şafak yolu yürüyüşüne uyanamayan beş isimmiş. Onlar Hir, Kunduz, Rasemir, Çatpo Şatra imiş. Hir sabahları uyanmayı dağlara yürümeyi, hiç sevmezmiş. Kunduz geceleri uyumaz sabahları uyanamazmış, Rasemir dağlardaki sabah uykusunu canına bir tutarmış, Çatpo sabaha dek ateşin başında gecelemiş, türküler mırıldanmış ve koca bir ekmeği zeytin ve peynirle yemiş. O ekmek ki kendisi gelmeden tadı gelmişti.  Şatra uyanmayı bırakın uyandırmak da mümkün değildi. Tüm yıl en derin uykusunu kamplara saklardı.

Yürüyüş çoban çeşmesinden ovaya doğru devam etti. Düşler atölyesi yapılan yerde durdular. Yedi alışkanlığı sayıkladı birkaç kişi. Belki yedinci zamanda devamı olacaktı.

Çimenlerin içinden ağaçların diplerinden mantar kabuklarına basarak kozalakları fırlatarak türküler söyleyerek ve üç sağlık öğüdü alarak kampa döndüler.

Kahvaltı sofrasında Aktan Yabgu ateşin dilini bilir, nefsin huyuna sürermiş lezzeti.  Çayları içerken bir hüzün gelmiş. Çaymen yokmuş bu kampta. Onun boşluğunu Arme doldurmaya çalışıyordu. Gülümseyen yüzü ve üşenmeyen elleri çaymene çok benziyordu. Çaymen soluğuna değen kış nazarları altında uzaktan izlemiş kampı.

Hikayeler ne kadar hisli anlam verirse şiirler de o kadar anlama his verirmiş. Bir şiir okumak istemiş Deli Kav. O yaşam takımlarının renkli perisidir. İkindi sularından bir avuç su alır, göç eden hecelere atar, kelimeler görünür olur cümleler uçarmış kuşların yerine.

Buz çiçekleri!

Üşüdün mü ey düşüm!
Nasıl yaparım ben şimdi.

Kanatlarından yoksun bir kuş gibi

Yine bulur muyum başka bir ateş
gülümseyen alevleriyle
ey düşüm

İçinde buz ve çiçek yanyana büyüyor
gerçek ve masal geceleri sende buluşuyor

beni dağlara çağıran son bakışını unutamıyorum.

Tenhalığım dinginliğim ah yarın olmuş dünüm.
sevdiğim günlerim.

Üşüyen yorgun düşlerim

Göç etmiş anılarım
nasıl da çarpıyordun kalbime

İlham perilerinle.

Uzakta buz denizinde

Açan gül ağacım, sendeleyen muska kelebeğim.

Hep yavaş kelimeler verdin bana

Cümlelerim yaşlı bakıyor şimdi.

 

Aladağlardan gelen bir rüzgâr

Alsa getirse saçlarını
bulut yapsa yapraklarından

Bir hece kalsa geriye
Bir türkünün sonu tutsa beni.

Bilirim ey düşüm!

Bir bedel ödemeliyim.

Tüm buzları eritecek

Çiçeklere arılar götürecek

Ve satın alarak kelimelerimi

Yorgun bir üveyk kuşunun, ağzı açık gagasından.

Hikayemi yazacağım bir çırpıda

….

Şiir devam ediyordu. Onkur dinliyordu. Bedeli bekler gibi gözünü mısralara dikti. Bir elini diğeri içinde avuttu. Bir gözünü bir gözde unuttu. Aklını kalbine yatırdı. Kalbini aklıyla yokladı.

Bedeli nedir hecelerin ki bir kelimem olsun, bir kış masalında adım ansızın karşıma çıkıversin.

 

“Neyi arıyorsun Onkur!”

“Yaşamın nadide bir tadını arıyorum.”

 

Eski değirmende belki cevabı bulabilirsin! Dedi Kış Isırganı

Onkur Deli Kav, Mirice Çam ağaçlarının altından geçtiler, nehre doğru yürüdüler.

 Eski değirmenin kapısına geldiler. Mirice hem meraklı hem cesurdu. Hemen içeri dalmak istedi.

 Eski değirmende vefakâr değirmenci ile mutsuz karısı yaşarmış. Değirmencinin karısı o sabah yine başlamış söylenmeye. Ben neler çektim neler … ah hep sen yüzünden. Hani neyim var… Hiç hiç … hiç işte diye elenen unları çuvala doldurur, değirmencinin kulağına her gün bir çengel ağırlık daha takarmış. Zavallı değirmenci susmuş, susunca içine çekilmiş gözü. Sesine de bir buğu sinince çekilmiş eski tatlı günlerinden birine ve bir daha geri dönmemiş oradan. Gören burada sanmış, göremeyen o günde aramış.

Açılan kapı aralığından Değirmenciyi görmüşler.  “İnsan neden böylesine dalar?” bilir misin Onkur! Demiş Deli Kav

“İçinde iyi hisler olan geçmiş bir güne sığınmıştır” yahut “içinde kötülüğün olduğu bir güne esir düşmüştür”         

Çok az insanda şimdi yarının bir parçasıdır. Değirmencinin karısının Şimdisi geçmişin bir parçasıydı. Onun adı Hell idi.

 

“O sihirli kuzuyu istiyorum” diye bağırmış. “O kuzuyu bulunca senin daldığın güne gideceğim ve o günün yazgısını bozacağım” demiş.

 

Hırsına hız vermiş, tutmuş dereyi bağıra çağıra söylene söylene kendisine verilen tek hediye olan guggu çiçeğinin başına gitmiş. O çiçeği ona değirmenci ilk buluşmalarında vermişti. Cadı fit al bu çiçeğin başında yaşamdaki tüm çirkin sözleri söyle, yeterince söylersen değirmene bir kuzu uğrayacak. Alnında ayna olan, kulakları tüyden ince sihirli bir kuzuymuş bu. O kuzu gelince onu hemen öldür, göreceksin ki istediğin güzel güne dönebilir ve onu bozabilirsin!

 

Onkur Deli Kav Mirice Çam Değirmenciyi bırakıp karısı Hell ’in peşinden gitmişler.

 

Yazgının gerçek olması için bildiği tüm çirkin sözleri saymaya başlamış. Bir kuş havalanmış. Şarkı başlamış. Hell çiçeğin başından kuşa doğru bağırmış. “Güzel sesinle benim büyümü bozma!”

 Kuş onu dinlememiş. Kulakları tüyden ince o rüyaları süsleyen kuzunun arkadaşıymış hem. Biraz daha devam etmiş. Sonra neşelenmiş göğün tadını yere uzatmış. Yerin tadı ile göyermiş.

 

Onkur Deli Kav Mirice kuşun süzülen kanadını takip etmişler. Bir kuşun kanadına takılan gözler nasıl da mavi bakar. Nasıl da özgürlük dolar içeriye. İçeride iki insan yaşar. Biri sen, bildiğin sen. Biri gitmek istediğin sen, özlediğin sen.

 

Kuş havalanmış eski değirmenin çatısına konmuş önce. Etrafına bakınmış birkaç ürkek tavır bırakmış gölün kenarına, bir hatıraya bir de kalbi buruk Gül Maviye.  “Ey Allah’ım bu bir cennet günü mü yoksa!” Hayır demiş Bozyak. “Bu bir kavuşma. İnsanın çok özlediği kendisine kavuşması. Bunu ancak sende kendisine bakan, kendisinde seni gören bir başkaları yapabilirdi.” Bazı cümleler vardı, çok sonra anlamı değişen yahut söylendikçe anlamı başkalaşan. Zihninde onu bir köşeye oturtmak istedi.

Sonra biri geldi, bir gölge gibi. “İlham yer, his içermiş” Hem bilge hem mutlu hem zenginmiş. Ustalara konuşur mentorlara gülümser liderlere uzaktan el sallarmış. Bir ateş böceği gibi giyinir, ıtır gibi konuşurmuş. Ne insanmış ne de insan dışı imiş. Adı Latre imiş. Bazen uzaklaşarak ıssızlık salarmış yaşam takımlarına. Gül Mavi onu tanımadı. Bilmezdi ki tanısın. Hem bilse de hazır değildi ki tanısın. Hem hazır olsa da bir kabul olmamıştı ki tanısın. “Cenneti anlatan tek kelime olsaydı. Kavuşmak olurdu” dedi. Gül Mavi hiç ateş böceği görmemişti. “Kavuşmak…” diye fısıldadı. “Lütfen devam edin… Bir şey daha ekleyin” der gibi bekledi … Latre havalandı. Şarkıcı kuşun yanına kondu. Sanki ona bir işaret vermişti ki kuş değirmenin penceresinden içeri daldı.

Değirmenden içeri girmiş kuş. Arkasından Onkur Mirice ve Deli Kav’da girmiş. Bakmışlar ki kuş değirmencinin elinden buğday taneleri yiyor. İşte bulduk demişler. Bize yaşamın nadide tadını öğretecek kişi.

 Ona olup biteni anlatmışlar. Yaşamın tadını nasıl bulabilirim? Diye öne atılarak sormuş Onkur. Değirmenci “Eğer size bunu anlatırsam kulakları tüyden ince kuzu gelebilir ve ona Hell bir fenalık yapabilir “

Kuş senin eline kondu. Hell guggu çiçeğini kurutmak üzere. Belki ondan önce o güne gidersek kuzuyu kurtarabiliriz ondan daha önce gelerek.

Yazgıya göre yaşamın nadide tadını anlatırsa ya da guggu çiçeği kökleri kötü sözlerle kurutulursa gelecekmiş sihirli kuzu. Karısı Hell geliyor mu diye pencereden bakmış. Henüz görünmüyordu.

Değirmenci ayağa kalkmış. Yukarı kata giden merdivenleri çıkmış. Ayak sesleri gezinmiş üst katta bir süre. Merdivenden inince elinde bir küçük bir sanduka varmış. Bu sandukada benim yaşamın nadide bir tadı olan bir günüm var. Onu size vereyim siz o güne gidin ve onu getirip çoğaltın demiş.

Sandukayı bir türlü açamamışlar. Bin Gülüş denemiş olmamış. Kar lapası denemiş olmamış. Şömine başında enfüsi ortamlar kuran Kış Isırganı denemek istemiş. Yine olmamış. Bozyak elindeki bir keski ile denemiş, zarar vermekten korkup yarıda bırakmış. Yazben’in Şatra gelmiş aklına, ona götürelim belki o nasıl açılacağını bilir”. Merak ağacı hakkında ne demişti Şatra “Burada arazlar merak edilmez”

 Şatra’yı bulaşık yıkarken bulmuşlar. Sandukayı almış evirmiş çevirmiş üzerindeki ağaç mührünü görmüş. Bu ağaç ilham ağacı demiş. Galiba bunu ilham ağacına ulaşmış biri açabilir.

Nerden belli ilham ağacı olduğu demiş Nir! Bu işaretler sadece bir ağaç deseni.

Ama Nir sende her şeye itiraz ediyorsun!

İtirazlar öğrenmenin bir yoludur demiş Yazben! Ki o da pek çekmiştir itirazlardan!

Yedi ağaçtan ilki merak ikincisi ilhamdı.

Merak ağacında kelimeler cümleler bulunurdu. İlham ağacında sesler ve müzik başlardı. Bakın demiş Şatra! bir notası var ağacın!

Bu sandukayı ilham vermeye başlayan biri açabilir!

Hepsi birbirine bakmışlar.

          Tek tek hepsi denemiş.

Olmamış.

Kampta kim var kim yok çağırmışlar. Olmamış.

Gunnamış gelmiş en son!

O da denemiş.

Yine olmamış.

 

Açılın demiş Gunnamış. Bir şey deneyeceğiz.

Herkes uzatsın elini sanduka üzerine. Hep birlikte tüm eller uzanmış. Hepsinden küçük bir dokunuş olmuş. Ve açılmış sanduka!

Aladağlar da” ilham ancak hep birlikte, birlik halindeyken verilebilir” demiş.

İlk kim geçecek demiş Mahze.

Tabi ki Catpo demiş Yaşlı Masal Seven. O hep sıradışı geçitlerin adamıdır. İnşallah sağlamdır diye yanaşmış kutuya…Bin Gülüş de gitmek istemiş, Deli Kav’da, Mirice de Lir de…

Acaba nasıl bir gün, nasıl bir şeydir yaşamın tadı diye meraklı sözler dolaşmış.

Bin Gülüşün o kamp kutlaması varmış. Heyecanla beklerken bir de bu sanduka çıkmış ortaya.

Kutu hazırdı! Özel bir güne yolculuk başlıyordu. Değirmencinin tek mutlu gününe gideceklerdi. Yaşam takımlarına hediye edilmiş bir güne… Durun dedi Gunnamış ve yedi kişi seçeceğiz yolculuk için…

Yedi kişi seçilmiş, Yaşamın nadide bir tadı için değirmencinin o güzel gününe gitmişler.

 Yedi kişiden biri Saatleri iyi bilirmiş.

Yedi kişiden ikincisi saatleri yaşatan kalemi iyi bilirmiş.

Yedi kişiden üçüncüsü kalemin ardındaki sayfaları tutarmış.

Yedi kişiden dördüncüsü sayfaları bir kitaba kavuştururmuş.

Yedi kişiden beşincisi kitabı bir kervana yüklermiş.

Yedi kişiden altıncısı kervanı bir limana götürürmüş.

Yedi kişiden yedincisi limandakileri bir gemiye bindirir, düşler adasına kavuştururmuş.

Peki kimmiş seçilen yedi kişi? Neşeli Çayır zamanından önce gelmeliydiler ki eğer gelemezlerse aladağın bir canlısına dönüşeceklerdi. Bunu göze alan yedi kişi kimdi?

Mirice, Deli Kav, Hermessa, Nir, Bozyak, Bingülüş ve Vefalı Arslan’dı.

Değirmencinin yaşamın nadide bir tadını bıraktığı güne doğru…

Ilık bir vadinin içinde begonvilleri hiç solmayan bir belde vardır. Bir evin kapısından diğer evin kapısına kilimler uzanır. Aşağıya doğru inen taş merdivenlerden sahile varılır. Belde ile sahil arasında engeller inşa edilmemiş. Yollar uzakta biter, yakına patikalar başlarmış. İnsan kulağına gelen sesler arasında motorlar kornolar hoparlör sesi bulunmuyormuş.
         Küçük ahşap caminin imamı ezanı çıplak ses ile okur, dinlemek için sessizleşirmiş her yan. Gürültü hiç yakışır mı zaten ilahi davetlere. Öyle hoş öyle latif bir belde ki gülümseyen her yüzden bir katre düşse eline, akşama avuç avuç sevinç birikirmiş sofralarda. Her anne pişirdiğinin yarısını paylaşırmış. Her çocuk tek oyuncak edinirmiş. Bir başka çocuk ile değişirmiş ayın ilk gününde.

 Çocukların ismi yazılı taşlar varmış. Tuzlu güney denizlerinin yıkadığı, milyonlarca yıl üzerinden köpükler geçmiş taşlardan seçilmiş. Üzerine kalem sahibi isimler yazarmış. Ayın ilk gününde taşlar dalgaların uzandığı kumlara serilir. Çocuklar hizalanır. Koşarlar bir taş alırlar ellerine ve taşın üzerinde yazan kimin ismi ise oyuncağını ona verirlermiş. Aralarından bir çocuğun oyuncağı yokmuş. Beldeye yeni taşınmış terzi bir annenin çocuğu imiş. Borçlarımızı bir bitirelim alacağım sana bir oyuncak derken oyuncak günü gelmiş. Alamamışlar. İsmi bir taşa yazılmış ve isim taşı kumlar arasında yerini almış. Ceviz kabuğundan yapılmış borazana üflenmiş. Koşmuş çocuklar. Her çocuk bir taş almış. Taşın üzerinde yazan isme kendi oyuncağını vermiş.  

Terzinin çocuğuna bir kuş hediye edilmiş. Bu kuş şarkıcı kuş olarak bilinirmiş. Bir kuştan hiç oyuncak mı olur demeyin. Burada oyuncaklar atılan tutulan şeyler değilmiş. Oyun oynanabilen her güzel şeymiş. Terzinin çocuğu da bir taş almalıydı. Almadı. Verecek oyuncağı yoktu. Sahilde bir çocuk oyuncağı bekliyordu. Tüm çocuklar oyuncaklarını almıştı. Terzinin çocuğu sahilde oyuncak bekleyen çocuğun yanına gelmiş.  Bir de ne görsün kendisine bu kuşu veren çocuk.          

“Bu kuşu sana geri vereyim bu şekilde ödeşelim” demiş terzinin çocuğu.
“Ama” demiş “bu benim verdiğim kuş. Ben başka bir oyuncağım olsun isterdim.”  Terzinin çocuğu utanarak yere bakmış. Dudaklarını büzmüş. “Özür dilerim benim babam bizi terk etti. Annem terzilik yapıyor ve borçlarımız var…” derken diğer çocuk “bu kuş ikimizin olsun öyleyse. Ondan hiç ayrılmak istemiyordum doğrusu.” Kabul eder misin?” demiş. Terzinin çocuğu “olur mu ben sana bir hediye vermeliydim.” Kalem sahibi aralarına girmiş. “Kuş bir hafta terzinin çocuğunda kalacak. Bir hafta içinde terzinin çocuğu değişim yapacağı bir şey getirebilir” demiş.

Terzinin çocuğu kuşu almış. Annesine “bakın bana ne verdiler” demiş. Annesi o bir kuş, onu besleyemeyiz. Onu götürüp satalım demiş. Çocuk çok üzülmüş bu söze. “Hayır” demiş çocuk. Onun sahibine borçluyum ben. “Vermeseydi” demiş annesi. Sigarasını yakmış, demli çayını höpürdetmiş. Çirkin birkaç sözden sonra çekyata uzanmış elinde kumandası ile TV’nin sesini açmış. Gürültüsü komşusuna kadar gidiyormuş. İnsan ruhunu rahatsız eden bu gürültünün sebebini öğrenen belde sakinleri “ne yapacaklarını pek bilememişler. Daha önce kötüye karşı tavırları öğrenmemişlerdi.

Terzinin çocuğu şarkıcı kuşu çok sevmiş. Kuşun sahibi çocuk da uğrarmış evlerine. Birlikte kuşun şarkılarına eşlik ederlermiş. Bir hafta dolmuş. Kumsalda kalem sahibi onları bekliyormuş.
“Uzat ellerini, bakalım ne getirdin değişime.” Terzinin çocuğu boş ellerini uzatmış. Kalem sahibi yaklaşmış. Elinde tuttuğu bir ipi çocuğa uzatmış. İpin ucunda kulakları tüyden ince, gözleri ceylandan nice, başında bir alası olan kuzu varmış. Bu kuzu senindir. Onu verebilirsin şimdi. Her değişim gününde kuzu bir başka çocuğa verilmiş. Çocuktan çocuğa dolaşmış yıl boyu. Şarkıcı kuş da tüm çocukların evine uğramış.
 Anne Terzi bir süre sonra beldedekiler gibi olmuş. Akşamları beldenin kütüphanesine uğruyor, bir fincan çayı bitirene kadar okuyor. Pişirdiğinin yarısını paylaşıyor, kendisini memnun etmeyi bırakıyor her gün bir başka insanın memnun olmasına sebep oluyormuş. Şarkıcı kuşun yedi şirin yavrusu olmuş. Yuvasını terzinin begonvil ağacına kurmuş.

 Terzi anne Uyumadan önce günün ilham veren bir sohbetini dinliyormuş hikayeci dededen. Hikayeci dede kendisi gibi hikayeciler yetiştirilen bir değirmende yaşıyordu.
Yüzümle ünlü değil ellerimle unlu olmak isterim derdi. İnsanlara tek bir şey öğretiyormuş. “Hemen şimdi mutlu olabiliriz. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Ne içimizde ne dışımızda. Sadece bir şeyi öğrenmemiz gerekir ancak bir küçük şartı var… Bir kişi değil en az yedi kişi birlikte öğrenmeliyiz.”

Hikayeci dedenin yanına uğrayanlardan biri de terzinin çocuğuydu. Büyüyünce değirmenim olsun ve orada hikayeler anlatmak istiyorum dedi. Hikayeci dede ona “o zaman kulakları tüyden ince kuzunun ve şarkıcı kuşların seni çok sevmesi gerek” dedi.

 Kuzu ile kuş artık dolaşmasın ellerde. Bir sahipleri olmalı dedi bir sabah kalem sahibi. Tüm çocukları toplayalım. Kuşu salalım. Kimin elinden buğday yerse onda kalsın. Kuzuyu salalım kimin elinden ot yerse onda kalsın.

Ilık vadide begonviller, kapılar arasında kilimler, pencereler önünde renkli hatıralar çoğalmış. Çocuklar sıra sıra dizilmiş kumsala. Hafif bir rüzgâr su tonlarında bir melodi karışmış havaya. İkramlar yapılmış, bir el diğer ele neler neler vermiş. Kulakları tüyden ince kuzu gelmiş, şarkıcı sarı benekli kuş gelmiş. Hikayeci dede gelmiş. Yaşlılarla anneler babalar kardeşler komşular gelmişler.

Salınmış kuzu ile kuş. Biri havalanmış biri atlayarak uzaklaşmış. Beklemişler beklemişler ikisi de seçmemiş hiç kimseyi. Önce üzülür gibi olmuş herkes sonra hikayeci dede demiş ki “seçemezler hiç kimseyi bugün kimse seçilemeyecek. Hiçbir çocuğu daha az sevmedi hiçbir çocuk daha az sahibi değil”

“Ama birinde kalmalı” demiş kalem sahibi. “İlla birinde kalacaksa en çok sevende kalsın” Nasıl buluruz en çok seveni demiş.

“Kuzuyu getirin çocukları da getirin. İkisi dalıversin göz içlerine. Kuş şarkı söylesin. Birlikte gözyaşı döken en çok sevendir. Gülmek için sevmen yeterli ama birlikte ağlamak için çok sevmen gerekir.”

Birer birer çocuklar gelmişler denemişler. Tüyden ince kulakları olan kuzu terzinin çocuğu ile bakışınca o ceylan gözden bir katre düşmüş, bir inci tanesine dönüşmüş. Çocuk neden ağlasın ki kuzuya! Diyenler olmuş. Hikayeci dede. “Göz odur ki bir gözün gözesine değince nedeni odur” demiş.

O gün Terzinin oğlu hayatının en güzel gününü yaşamış. Hayatının en güzel günü çok güldüğü değil ağladığı bir günmüş. Hikayeci dede ona değirmende bir sanduka vermiş. Bunu al bugünü içine koydum. “Bir gün bu hisleri merak edenlere. Bu beldeyi yeniden inşa etmek isteyenlere verebilirsin”
  Terzinin oğlu o beldenin değişiminden sonra nerede kurayım diye dolaşmış dolaşmış Aladağlar denilen sihirli bir dağa gelmiş. Oraya değirmeni kurmuş önce.

Geceleri göl kenarında düşünür, acaba hangi yedi kişi bu masala can verecek diye ununu eler, Aladağlarda kaybolan kuzusuna üzülürmüş. Biliyormuş ki bir gün bir çoban çıkagelir, kuzuyu kendisine getirir. Bu çoban ile yedi iyi insan buluşunca. O muhteşem günleri yeniden yaşayabilecekmiş hem

Abone Ol
Bildir
1 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Ayşegül Karabina
2 ay önce

Çok teşekkürler. Emeğinize sağlık

1
0
Düşüncelerinizi merak ediyoruz, lütfen yorum yapın.x