Bir Soğuk Geldi

Penah için zor zamanlar başlamıştı. Annesi vereme yakalanmıştı, bir süre sonra bir soğuk geldi, annesini aldı. Babası Kore savaşına katılmış, bir daha da geriye dönmemişti. Penah’a Aziz Baba diye çağırdığı yaşlı bir keşiş bakıyordu.
Dedesi Ahmet’ten hiç haber yoktu. Düşlerinin içinde babasının dönüşü vardı, dedesine kavuşma öyküsü vardı. Annesinin iyileşeceğine de inanmıştı. Annesi ile iyileşince neler yaşayacağını düşlüyordu. Bir tepsi etli patates olacaktı kuzinede. Akşam çaylarında buluşacaklardı yine komşularla. Çocukların gülmekten karnı ağrıyacak, büyüklerin en büyüğü eski hikayeleri anlatacaktı. Annesinin dizinde uyuklayacaktı uzun kış gecelerinde.
Soğuk bir şeydi gelen işte, Annesini sardı götürdü. Karlar altında kazılan çukura doğru baktı. Beyaz örtünün üzerini tahtalarla örttüler. Annesinin üzerine atılan toprağı anlıyor kabul etmese de anlıyordu. Penah’ın aklı varlık ve yokluk arasında bir kavgaya tutuştu. Bazı canlar geride korkunç bir uğultu bırakır, kör sağır karanlık bir düşüş gibidir bu. Neden bu kadar acı çekiyorum dedi Aziz Babasına. Dayanamıyorum diye yastığa gömdü başını. Hele sabah uyanırken gözünü açtığında yorganı çekip, rüyasını kovalıyordu.
“Düşler er ya da geç bir gün yaşanır, demiştin. İnanmıştım. Düşlerimin içindekiler öldüler gittiler, artık gerçekleşmeyecek onlarla yaşayacaklarım. İnandığım şeyler gerçek değilmiş. Hepsi bir yalan.” Islak avuçlarını birleştirdi. Yaşlı keşişten teskin edici sözler bekliyordu. Uyuyordu sedirin üzerinde.
Yaşamında sadece o kalmıştı, canını sıcak bir şeyler üfleyebilen. Hala nefes alabiliyorsa, onun nefesinden alır gibi, uyuyabiliyorsa, uyanınca onu görebiliyor olduğu içindi.
Sakallarını sıvazladı. Alnında gezdirdi küçük ellerini. Hiç kımıltı olmadı uyandırmayı denedi. Uyanmadı. Soğuk gelmişti. Ürperdi eline dokunurken. Dudakları titredi. Duvara yaslandı. Kıskıvrak yakalamıştı bir şey onu. İçinde korkunç bir uğultu başladı.
İçini çeke çeke mahallenin her köşesinde ağladı, ayak sesi gelince kapıyı açar birinden birinin, o yokluğuna dayanamadıklarından birinin geleceğini sanırdı. Avuçlarını birbirine sarar, kendisine sarılır, kendi bağrında uyumaya çalışırdı.
Sürüleri için çoban arayan Karaçukur köyündeki Fehmi Ağa’ya teslim etti köydekiler onu. Penah’ın kitaplar, kalemler, düşler, hoş sohbetlerle dolu hikayesi sona ermişti. Aybara tepelerinde çise altında keçilerin arkasından koşuyordu. Islanıyor hasta oluyor, acıkıyor, ağlıyor, düşüyor ayakları yara içinde eve dönüyordu. Fehmi Ağa’ya düşlerini anlatmak istemişti. Öfkelenmişti ona Fehmi Ağa “İşte senin gerçeğin keçiler koyunlar şuradaki teke, çoban köpeği Alabaş “
Gerçekler zordu, yokuştu, acı veren özlemleri vardı. Ne zaman düş kurmak istese hepsinde annesi Fatma vardı. Babası ve yaşlı keşişle papatyaların sardığı bahçedeydiler. Düşledikçe daha çok acı çektiğini düşündü. Düşlememek için koşuyor, ağaca çıkıyor, taş yuvarlıyordu. Bazen ağlamaktan gözü şişerdi. Fehmi ağanın karısı ona acır, sevdiği etli patates yemeğinden yapardı. Ona bazıları keşişin oğlu diyorlardı. Anlatmak istese de uzun bir zaman yaşlı keşişin evlatlığı olduğundan böyle bilindi. O da ona Aziz Babam derdi.
Aziz Babasının sözlerinden birini hatırladı.
Açık gecelerde gökyüzünün cömertliğine bakıp da “Böylesine çiçekli bir gökyüzü altında umutsuzluk olabilir mi?” demişti.
Çiçekli gökyüzü sözü ona Aziz Babasından miras kalmıştı. Bulutsuz gecelerde yıldızlara bakar,”Ey çiçekli bahçem saçlarıma dokun haydi” derdi. Çocukların saçlarından kalplerine değen bir tül vardı. Hangi çocuk istemez ki tülden dokunuşlarla kalbine bir kuş yuvası bağışlansın, bir masalda yürütülsün.
Penah, yaşlı keşişin oğlu diye önceleri kabul görmemişti. Babasının sonradan Müslüman olduğu söylendiği halde, “Bizden değil, kanı bozuk” diye çağıranlara uzun süre cevap verememişti.
Çocukluk günlerinin birindeydi, böğürtlen topluyordu, elinin ayası yırtıldı. Kanına baktı, köyün meydanına koştu. “Aynı sizinki gibi bakın benim kanım bozuk değil diye bağırdı. Kırmızı kıpkırmızı!” Kanayan yarasına bakarak sevinçle bağıran ilk çocuktu Penah.
Aziz Babası ona “atlarda, ineklerde kan, insanda vicdan belirler” değeri derdi.
Aziz Babasını iyi bilenler kayıp bilge olarak bilirdi. Penah bir gece gökyüzüne bakarak” ah şu çiçekli gökyüzü altında…”
Diye başlayan uzun bir şiir okudu.
Düşlerim vardı, çiçekli gökyüzünden inerdi her gece
Annemin parmakları kadar sevdiğim insanlar arasında
Soğuk gelmeden önceydi…
Şiiri dinleyenlerden biri sordu ona “Üzerine konan arılar da var mı çiçekli gökyüzünde?” Adı Gülizar’dı. Güneşte parıltılar saçan ela ışıkları gördü, iki göz mahcup oldu, yere doğru bakarak cevapladı Penah!
“Tabi ya yıldız yıldız çiçekli gökyüzünü balsız mı sandın?” Yine de gerçeklerle düşler arasında düşlerin gerçekleri kızdırdığını düşünürdü. Henüz üstesinden gelememişti düş kırıklıklarını.
Yalnız yaşamış Aybara’ya bakan çayırdaki çoban kulübesinde. Uzun süre arkadaşı olmamış yaylada. Yayladaki her şeyi arkadaş edinmişti. Cehaletin fena kokularından kekik kokularına kaçtığını söylemişti onun hakkında Gıbıli.
Gülizar’ın ayrılmasından sonra hikayesine yeniden döndürdü onu yalnızlığı. Tüm çocukluğunu dikkatle hatırladı. Düşlerle arasındaki uçurumların nasıl ve ne zaman büyüdüğünü gördü. Kitaplarını hatırladı, kalemi özledi. Çuvalların altındaki kitabı çıkardı. Aziz Babasının kitabıydı. “Kayıp Bilgelik” Sayfayı açtı. Mürekkep uyandı.
Küçük bir gözyaşı düştü. Kalbi boydan boya ıslandı. Küçük bir gözyaşı dev bir düşü ıslatabilirdi.
İlk sayfayı okudu, çimenlere uzandı. Orada kalmıştı. Tekrar okudu. Bugün ilk sayfaydı çok fazlaydı dedi.
“Eğer düşlemezseniz hiçbir düş kırıklığı yaşamazsınız. Hiçbir düş kırıklığı yaşamak istemiyorsanız hiçbir şeyi umut etmeyin. Hiçbir şeyi umut etmiyorsanız, zaten hiçbir sorununuz kalmamıştır. Hiçbir şeyi düşlemezseniz hiçbir acı da çekmezsiniz. Siz çoktan ölmüşsünüz demektir.”
“Yaşadığının ve insan olduğunun işaretlerini silmeye çalışma, bırak kalbin titresin, gözlerin çeşmelensin, ellerin avuçlanıp, bağrına bağlansın!”
“Duygularını yok ederek yaşamak isteyen korkaklardan olmaktansa, gerektiğinde acılarla düş kırıklıkları ile kıskıvrak yakalanıp yine de kendi saf rüyasını anlatabilmek… “
“Bir düş sadece insan içindir ve insan bolca hisseder”
Aybara’da bulutlar üzerinden geçerek vadiye doluştu. Kekikler inceden koktular, yaban naneleri mercanköşkleri papatyalar takip etti. Rüzgâr kımıldayan her çiçeğin kokusunu getirdi. Buz oluklu çeşmeye yanaştı. Yüzünü yıkadı. “Benim hislerim var! Ben bir insanım ve insanlığım kadar eskidir düşlerim!”
Varoluşun gereyi belkide dúşlemek her buluşun ilham kaynağı dúştüyú yerden kalkabilmekte bir erdem .Ne kadar dúserse insan o kadar kalkma şansí olacak buda gúzel .Dúşlerimize sarılıp kanayan yaralarımıza tuz basarak yeniden başlayacaz .Selam olsun yolumuza ışık tutanlara.
Eğer düşlemezsen hiç bir düş kırıklığı yaşamazsın. Düşmeyelim ve yaşayalım. Bu duygu dolu sayfa için teşekkürler..
Bazı canlar geride korkunç bir uğultu bırakır, kör sağır karanlık bir düşüş gibidir bu.
O kadar güzel hislerle okuduğum, sessiz sessiz ağladığım bu güzel sayfa için çokkk teşekkürler 🙏🙏🌌🌌
Bir düş sadece insan içindir. İnsan bolca hisseder. Duygu dolu bir bölüm teşekkürler.
Ne güzel bağlanmış sayfa Ben bir insanım ve insanlığım kadar eskidir düşlerim.muhteşem
Çiçekli gökyüzü 🌌 bu nasıl güzel bir sayfa
Düş kurmak sadece insan içindir çok güzel bir söz çok teşekkür ederiz 🙏
Çok özel cok hisli bir sayfa…okumaya değer…”Düşlerim vardı, çiçekli gökyüzünden inerdi her gece…”
Çok teşekkürler
“Böylesine çiçekli bir gökyüzü altında umutsuzluk olabilir mi?”