Her sırrın bir koruyucusu olmalıdır sözünü işitmişler. Hem de kimden işitmişler dersiniz? Kabarık kuyruk denen o afacan sincaptan. Tüm iyi şeylerin başında bir koruyucusu beklerdi. Sincap kabarık kuyruğunu sırtına toplamış, ayaklarını uzatmış, iki ceviz karşılığında gerisini getirmiş. Burada bir rüya yaşıyor. Karlar yağdığında başka bir masal, güneş yağdığında bir başka masal yaşanıyor. Sanırlar ki masal yaşanılmamış olandır. Bu masal sadece yaşananlar ve yaşanacak olan yazgılardır. Hepsi bilge Tuva’nın defterinde de yazılıdır.
Kabarık kuyruk “evet bir dargası var her sırrın, her güzel işin, her iyi hissin olduğu gibi” İyi bir şey çıkıverdiğinde biri ona darga olmalı.” Dediği anda iki arkadaş “biz düşler ağacını korur, köklerine verilen ilham kadar, dalları altında keşifler tutarız, gelen tüm konuklara.”
Gel zaman git zaman, Gelmiş yeni bir zaman hemen gitmiş eski bir zaman. Doldurmuşlar bir çuvala, akşamına bitmiş zaman.
Dondurmuşlar bir dolapta, sabahına erimiş zaman. Ne yetişen, en erişen ne de biriktirebilen olmuş.
Salmış çoğu, anlamış azı, cahiller demiş, “nasılsa eriyor boşa ver gitsin havaya.” Bilge demiş “nasılsa eriyor doluya ver, karışsın suya”.
Eğri efsunlu çam ağacının kozalaklarından dökülen tohumlarsa toprağa karışmayacakmış ya artık, gelmiş onu da öğrenmenin zamanı.
Düşler ağacının bin konuğu olmuş. Dalına son asılan levhayı bir konuğa bile gösterememiş Dargalar.
Cadı fit iyiliklerin tohumlarını bağladığı gibi gözleri de mi bağlar?
İşte bu olay üzerine yaşlı Mentor önce dargalara çok kızmış ama sorunu tamamen çözmek üzere cadı fiti yakalamaya karar vermiş. Cadı fit nasıl yakalanır ve alt edilir ancak deha bilirmiş. Alasır adındaki dehanın kayalık kapısına gelmişler.
Yaşlı Mentor kayalığın arkasından seslenmiş…” Alasır, Alasır” Koyu bir deniz gibi bir kapı açıldı. Deha dışarı çıktı. Gelenlerin yüzlerine baktı. Onları daha önce görmüştü. Yedi güçlü takım lideriydiler.
Aralarından birinin hikayesinden emanet bir acı almıştı. Bir acıdan neler yapılırdı neler. Mesela sımsıcacık boyun atkısı, baharatlı yayla çorbası, kitap ayracı…. Evet evet kitap ayracı yapmıştı. Ayracı bıraktığı yerde değişen bir kitaptı bu. Sanki yazgıyı değiştiren bir ırmak köprüsü gibi.
Üretmek acıyı dindirir diye boşuna bağırmazdı tepelerden.
Elinde kitabı, içinde ayraç… Ayakta duruyordu. “Cadı fit!” dedi yaşlı mentor. Eğri efsunlu ağaca yaptıklarını anlattı. Dargaların koruyamadığı çalınan ilham tohumlarını anlattı.
Deha elindeki kitabı uzattı. Sizde kalsın. Okuyun, uyumadan önce ayracı kaldığınız yere koyun. O gece uykunuza varınca, düşlediğinizden daha ötesini göreceksiniz. Uyanınca yazın. Yazınca seslendirin. İnsan neyi seslendiriyorsa sadece onun gerçeğini yaşar. Hiçbir insan seslendirmediği bir müziği duymamıştır. Şimdi dinleyin dedi ve bir flüt sesi geldi.
Uzaklarda bir çoban çalıyordu.
Bu sesi sadece onu seslendirebilenler duymuştur. “Ama herkes duyuyor ki “dedi yedi liderden en küçüğü..
Eliyle bir işaret verdi. Bir baykuş koşarak uzaklaştı. Melodi durdu.
“Şimdi kim az önceki müziğin ne anlattığını anlatabilir?”
Hiçbiri anlatamadı…
“Hiçbiriniz bu müziği seslendirmemişti…”
“Hayır” dedi yaşlı mentor.
Daha önce kalbinde seslendirdiği bir hikâyenin yankısıydı bu.
Dilinin hemen altında tutuyordu. Dimağında pişirdi, damağında besledi. Yaşlı mentorun açıklamasına teşekkür ederek devam etti deha.
Düşleri seslendirin… Özellikle kitap ayracından sonrakileri…
Kimin düşleri Aladağ masallarındadır ki onlar gerçeklerden daha gerçektir?
Söz ve yazıyla giyinmiş kuşanmış bir yaşam takımı şenliğine kavuşmuşların düşleri… İşte o zaman cadı fit kaybeder. Çünkü tüm cadılar sadece bir düşü beraber görenleri yenemezler.
O sırada serin bakışlı bir kadın elini kaldırdı.
Ben düşlerimi hep yazarım hem söylerim. Ah hiçbirisi benimle gelmedi, geldiğim yere inmedi. İki ayrı alem gibiyiz düşlerimle. Neyi eksik yaptım? Hangi yanlışa devam ettim? De bana ey deha!
Aha bende arada öyle düşünüyorum dedi, lulut gözlü Kemo dayı
Deha ak saçlarına konmuş bir cennet böceğini parmak ucuna aldı, cennet böceği orada gezindi. Deha yerden bir sopa aldı. Cennet böceği sopayı takip etti. Ucunda durdu
Görüyor musun onu?
“Evet dedi.”
“İsterse uçabilir…”
“İstemiyor mu?
Bir cennet böceğinin düşleri hep uçuştadır. Lakin sırtında işlemeli kabuklu kanatları ağırlaşır. Onları taşımak zorlaşır. Uçmayı düşler ama konmayı sever. Bir varlık istediği ile düşlediği aynı olmadan gerçek ona masal gibidir. İkisi bir olmuşsa masal ona gerçek gibidir.
“Sevdiğim bir şey ile düşlediğim bir şeyi nasıl bir edelim” diye merakla sordu? Kemo Dayı
Kitabı okuyun. Uyumadan önce ayracı bıraktığınız yerde yazgınızı bırakırsınız. Ertesi gün orada yeni bir hikâye başlayacak yahut sizin hikayeniz değişecek… eğer değişirseniz sürekli değişecek. Değişmezseniz hep aynı hikâyeyi okuyacaksınız…
Sonra başını kaldırdı. İki akdoğan tepelerinden uçuyordu. Eliyle onları selamladı. Biri düş, biri düşünceydi.
Çağlar ötesinden bir sesle söylendi…
Eğer hep aynı şeyleri duyuyorsanız hep aynı şeyleri seslendirdiğiniz içindir
Eğer hep aynı şeyleri seslendiriyorsanız, diliniz kalbinize erişemediği içindir
Eğer masalın müziği ile gerçeğin müziği bir senfonide buluşacaksa…dilinizi susturun… derin vadilerden düşlerinizi çağırın, onlar konuşunca tüm müzikler sizin hikayenizi anlatacaklar
Yaşlı Mentor ve yedi takımı yola koyulmuştu ki o sırada Aladağlara şimdiye kadar hiç görülmemiş bir takım katılmıştı. Hiç kimsenin yapmadığı şeyleri, hiç kimsenin hayal etmediği şekilde yapmak ve yaşatmak istiyorlardı. Ancak bir araya gelir gelmez zihinlerinde yapacakları siliniyor, sıcacık heyecanlar buzullara dönüşüyordu. Kaç kez denedilerse hayalleri kâğıda dökülmeden alev ucunda bir çıtlak oluyordu.
Belki kâğıt değişmeli dedi en heyecanlısı, âherlenmiş kâğıt olmalı! Eşya bulucusu Herbol aherlenmiş kâğıdı buldu getirdi. Daha üzerine bir harf konmadan kâğıt soğuk bir mermer oluverdi, üzerine hepsi denedi ama yazamadılar.
“Belki ona yazan kalem değişmeli” dedi Beyrol. Gün gelecek Aladağların derin ormanlarından sorumlu olacaktı Beyrol. Onların haberi çok yakındı.
“Eski bilgelerin yazdığı kalem olmalı!”
Bilge Tuva’nın Karataş kalemini satan Huruş isminde dükkân vardı. Dükkâna vardılar, Onu satın aldılar. Ancak Karataş kalem kâğıda değer değmez kum gibi dağılmıştı.
Geceleri yasemin kokuları bülbül seslerine karıştığında tekrar başlayan düşlerin birinde yeniden uyandılar. İlk uyananlardan biri Pale idi. Yaşamının kayıp yedinci rengini bulmuştu. Heyecan ve vizyon birbirine karışmış atlar gibi coşuyordu yüzünde. Her şey o kümbet yaylasındaki zefir kokularından sonra başlamıştı.Ayın yarısını gök kayanın arkasına sakladığı günler de alaca gökyüzünde etrafa ışıklar saçarak ağır ağır yürüyen adam vardı. Elinde eski bir fener aydınlık bir yüz arıyordu. Kimin yüzüne tuttuysa feneri istediği aydınlığı bulamamış ki yeni yüzler arıyordu. Ta ki Kemo dayının yüzünde durdu. Bu yere düşmüş ay mıdır, yoksa göğe tutunamamış yüz müdür? Diye sordu
Başını eğdi Kemo dayı, alçak gönüllü kala kala yüce gönüllü oluvermişti. Gülümsedi, sessizce bir söz aradı, eline baktı, ayasında çizgilerin birinde bir mühür gördü. Deniz…
Bir seyahat bu… Yedi insanım olsun da gideyim. De gideyim artık oraya…
Denizi sordu Pale!
o liderlerin kampıydı…
Birden yüzü daha da ışıldadı Kemo Dayının. Bir fener ve arkasında bir el gölün yüzeyine çıkan küçük bir balığın da dikkatini çekti. “İşte aradığım aydınlık” diye bağırdı adam. Bana adını söyle. Korktu önce. Tıpkı ilk başladığında korktuğu gibi. Bir düş gerçekleşmeli dediği günde o düşün kırılıp düşmesinden korktuğu gibi… defalarca kırılan kalbine söz verdiği umudun gelmemesinden koktuğu gibi.
Feneri tutan adam ona “Şimdi git ve insanların fikrini değil, düşlerini dinle” Geriye doğru baktı Kemo dayı…Fenerli adam tekrarladı…
“Fikirler sönmüş bir fener gibidir, fitilleri tutuşmamışsa. Onları nasıl tutuşturacağını öğren”
Feneri tutan adamı Aftab-ı Su isminde bir kız takip ediyordu. Bu kızın içinde bazen lale bahçesi, bazen safranlarla hazan bahçesi kurulur, bazen karagüller açar, bazen fasl-ı gül içinde kıpır kıpır bir dolunay olur.
“Çok müstesna biri olmalı” Fenerli adam diye geçirmiş içinden. Yere bir minder attı. Kocaman bir rahleye kehribar renginde bir defter koydu. Eline aldığı Karataş ile yazmaya başladı. Aftab-ı Su rahlesinin önüne diz çöktü. Arkadaşlarının her gece düşündükleri ama bir türlü gerçekleştiremedikleri hayali bu gece gerçekleştireceğini anlayarak içi içine sığmadı, taştı sulara ve sulara hayallerinden bin parça döküldü. Göl kocaman bir gülüşe, Aladağ fincan tabağına yansıyan Lotusa dönüştü.
“Bu gece”, dedi. “Bir hayalin avuca nasıl doğduğunu göreceğim. Diğer kardeş gruplara da bu sırrı anlatacağım.” Fenerli adam Karataş’ı deri üzerinde gezdiriyordu. Göle akan nehrin ağzına kurulmuş iğde ağacında bir kuş sabaha kadar hiç durmadan şarkı söyledi.
bir aladağ yaz masalının bu gecelik sonu
Yaşam Takımları™ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Ne kadar akıcı bi o kadarda anlamlı en güzel yanı bu masajda yaşam takımlarının ruhu yaşıyor 5aşatılıyor teşekkürler Bünyamin Efe