Aladağ Kış Masalı-6 (Aralık 2022)

6. Zaman / Yıldız Düşleri

Gün çekilmiş, görünmüş yıldızlar. Ateş ve çaydan yapılmış geceler. Kış Isırganı şömine başında enfüsi bir ortam kurmuş ve nasıl mentor olmalıyız diye anlatıyordu.,

“Yedi ağaç yedi darga yedi cadı bu yediye yedi mentor eklenmeli…Öyle bir yedi mentor ki her biri bir ağacın taşıyıcısı olmalı. Darga koruyucudur, insan taşıyıcıdır. Her insan bir şeyler taşır. Hiçbir şey taşımıyorsa, kendisi bir yüktür.”

Bir mentorluk için yedi takım, bir takım içinde yedi takım kurucu gerekliymiş. Bir mentor yedi takımı taşıyan, bir takım yedi takım kurucuyu taşıyanmış. Yedi Takım kurucuda yedi insanı taşıyanmış.

Her mentorluk bir yüceliği taşımaya gönüllü olurmuş. Hangi mentorluk hangi yüceliği alacaktı? Bunu nasıl yapacaklardı? Bir sürü bilinmez vardı.

 Küçük bir ikram ile başlamıştı yaşam takımları. Her ikram bir şükran damarı gibi ilerler. Bunlar hep o ağaçların köklerindendir.

Ay yükseliyor, sis iniyor gölün üzerine, bacanın birinde duman, Aktan Yagbu Ramaş ile helva kavuruyor. Ertesi günün kahvaltısı için patatesleri soymuş. Çayları yeniliyor Arme.  Kar Lapası kapılara birer levha asıyor. Levhayı okumak istedi Lef.

Duymadın mı değirmencinin “yaşamın en güzel tadını aldığı günü” dedi Kar Lapası. Duymuştu Lef Bir sanduka içinden bir geçit açılmış yedi kişi bir beldenin misafiri olmuştu. Misafirler beldede dikkati çekmemek için yedi sessiz nefes alan olmuşlardı.  Konuşmaların arasına bir ardıç çatırtısı gibi dikkat düşer ansızın.

Değirmenciye ilham veren hikayeci dede yaşamındaki her şeyi bir değirmende öğretiyor ve yaşatıyordu. Aladağların değirmencisi o güzel beldenin değirmencisi olan hikayeci babadan neler öğrenmişti neler. Ah sonra neler olmuştu da hayatında kalbinde yosunlar büyümüştü. Hikayeci Dede’den değirmencinin nasıl evlendiğini, Aladağların değirmenine nasıl yerleştiğini tam öğrenecekleri sırada zamanları dolmuştu. Değirmen Sandukası onları geri çağırdı. Geç kalmışlardı. Bir Aladağ canlısına dönüşmüşlerdi. Aladağ müziği onları tekrar isimlerine almıştı da Bingülüş ve Mirice ise öylece kalmışlardı.

               Levhaları asarken Dedi ki Kar Lapası

“Kim aramıza dönmeyen iki canlıyla karşılaşırsa onu dönüştüğü durum ile değil, dönüşmeden önceki özü ile konuşsun “

               Nerden bileceğiz dedi Lef. Bir arının bizim arı olduğunu. Bir kedinin bizim kedi olduğunu! Derin Kıyı cevapladı.

-Bizim arının vızıltısı şarkı gibidir, hemen belli olur, bizim kedinin miyavlaması aç kaldığından değil, ifadesindendir ki ısrar değil teklif gibidir.

Levhalar yedi ağaca, yedi kapıya yedi liderin boynuna asıldı. Lef, Şatra ve Gunnamış geriye dönüşemeyen minnak kedi ve arının izine rastlamak umudu ile ormana doğru aramaya çıktı. Kaygılanmışlardı bir yandan. Ya memnun kalırsa halinden ya unutursa insanlığını. Ya kedi olduğunu bilmiyorsa, kedi olmanın dünyada başına gelen yegâne şey olduğunu biliyorsa. Mesela Arı ben halimden memnunum, sigortam da var, neyime sizin aranıza katılmak derse!

Bir felsefe sofrası kurulmuş. Aladağların en görkemli sofralarından biridir. Bu sofranın başında Şatra olurdu şimdi Rasemir anormallerle baş başa kalmıştı. Aralarında konuştular;

“Bir kediye bir insana davranır gibi davranacağız ki kendisini kedi gibi değil bizden biri gibi hissetsin! Oysa herkes insanlara hep görünüşlerine göre davranmaya alıştı. Özlerine göre davranmıyorduk geldiğimiz şehirlerde. Bu davranışımızın etkili olması için bizim bu doğalımız olmalı. Yoksa bir arı doğal olmayanı, bir Kedi kaygılı olanı anlar dedi. “ Rasemirin sözlerine sofranın diğer üyeleri sorularla cevaplarla karşılık vermişler. Heyhat demiş gençlerden biri. Onlar bizi unutmuş olabilir mi? Hayır olamaz. Anılar arasında sarı kırmızı mor çiçekli vadiler hiçbir zaman kaybolmaz.

Aladağlar yıldız düşlerini yaşıyordu. İlham ağacının dallarında çiğ taneleri ışıkta parlıyor, Çatpo sahneyi hazırlıyor, Hermessa oradan oraya koşuyor, sesleri kontrol ediyordu.

Ay sabahlığını giydi, uyumaya gitti, güneş çıkardı geceliğini, sabahçı kuşlarına tek tek masalı anlattı. Gece kuşlarını uyandırdı.  Aladağlar kampı başlamak üzere. Hiç durmaksızın yazılan düşler, bilinmeyen bir sesin eşliğinde gölün sularına karıştı. Öyle bir masaldı ki kendi masalında kendi kahramanları dahi tanıyamadı kendilerini.  

  Şatra düşlerin dağında, Tuva ile yarım ay gecesinde bilgelik damlalarını sihirli şişeye yerleştirmiş, Tuva’nın tarifi üzere bir ipe bağlayarak, gölün küçük balığına emanet ediyordu. Tuva ona demişti ki;   

    “Kalemin sahibi gelecek bu ipi çekecek, sihirli şişeye ve içindeki bilgeliğe sahip olacak. Alkışlar ve şenlik durduğunda, bulunmayan, bilinmeyen son bir mesaj kalacak geriye. O mesaj bir düğüm gibi, sırlar içinden bir seçkin gibi ateşin göğe direklendiği sırada düşecek kalbe. Kara Usta bir başka masal anlatmaya başladığında, çam közünde kahveler piştiğinde birinin zihninde bir fikir uyanacak diğeri ipi çekecektir. Küçük balık da o şişenin içindedir belki. Onu yaşatacak, bilgelik yazgısını öğretecek.”

 Bu durumdan habersiz, kendi şehrinin yağmurunda başını öne eğmiş eskilerden biri ömründe ilk kez levhalara çekilen hatlar gibi nefesine özenle fısıltılar yüklüyordu. Bu Ahdem. Düşler diyarının tutkulusu   Mırıldandığını kimse duymadı. Duymadığı için de onun lideri ondan gelecek değişim haberini bekledi. Bu Aladağlar buluşmasından sonra her şey bizim için daha başka olmalı diye birlikte söz vermişlerdi. Uzaktan izleyenlerdi…Çok yakın hissediyordu.

  Aladağ gözleri onu çok önceden uyarmıştı. Demişti ki: “Aladağ günlüklerini iyi oku! Orada yazanlar yaşanacakların bir yansıması.” 

Pek güzel dinleyenlerden biri de Beyaz Ova idi. Düşünceleri ile eylemleri arasındaki açıktan kocaman nehirler akıyordu. Değil mi ki bir nehir insanın kendi içinde akmadıkça, kayıkçılar hep yabancıydı.

 Bir takım kurmayı denemişti.  Buzları çözememişti. Güneş yerini yıldızlara bırakmıştır. Binlercedir ve bir düş içindedir ama buzları çözmek için tek bir yıldıza güneşe teslim kılınmıştık.

Çok sevmişti yaşam takımlarını. Bir de takımı olsa, katılabilse liderler saatine. Tuva’nın defterinde okunan bir hikâye sonunda “Eylemler düşündükçe gerçekleşmezdi. Bir şey lazımdı, başka bir şey.  Bir taşın hayali bir sarayın duvarını örmek olsaydı, kendisini kıracak yontacak bir balyoz gerekirdi, İnsanın balyozu içeriden gelmediğinde artık dışarıdan bulunmalıydı”

Bazılarına Tuva’nın defterinden okuduğunda pek kulak asmadılar ve yine saçaklı deniz yosunu gibi bakmış ve ertelemişlerdi anlamayı.  Çokları ve içinde eskilerin en iyileri vardı ki Aladağ masallarının yazgılardan biri olduğunu anlamıştı ve nasıl yazılıyordu merak içindelerdi. Tıpkı mayısta açmayı bekleyen mor sümbüller gibi. Mor sümbüllerden birine konmuş Hir gibi. Sincapların kuyruklarında matematik zekâsı arayan Deli kav gibi.

Daha değerli soru Melayviz’den gelmişti.

“Bu yazgı değişir mi? Yansıyanlar bir uyarı mı yoksa! Onu değiştirebilir miyiz? Aladağ günlüklerini yazan Kara Usta bu yazgıyı kutsanmış bir yerden mi aşırıyor?

Sorular soruları kovalarken, sorulardan birinin ayağı takıldı düştü. Her ikisinin de yüzünde şakın bir gülümseme vardı. Yoksa Tuva’nın defterinden mi?

Melayviz yaşam takımlarının rüyasını çekmişti sıcak şehrindeki evine. Yalnızdı şimdilik. Kalabalık notlar arasında sessiz bir virgül gibi hep devamı vardı. Hiç nokta koymadı düşlerine dair özlemine…

 Tatlılar arasında çaylar, çaylar arasında kaynayan bir dostluk kurulmuştu. Galaydı, Kısa filmler hazırdı. Yaşam Takımları günden güne iyiler ve iyiliklerle çoğalmış her eylem etrafa cennet kaçamağı anılar bırakmıştı.   Yıldızlara doğru baktılar, rüzgârı kollarında sallayan düşler ağacına baktılar. İlk ağaç Evimiz, düşlerimiz, kalbimizin sessiz izleri… Gülüşler sohbetler başladığında Aladağlardan bir nida yükseldi. Ormandan mantarla dönen Deli Sufi. Bir akdoğan havalandı, Vefalı Aslan  onu izledi. Pey Baba gözlerinin içinde solan tomurcuğu yenisi ile değiştirdi. Kış ısırganı gözlerini şömine başında kısarak düşlerinden birini yaşadı.

 Her insan burada değişim günlerini görebilirdi. Ahlatiye ilk geldiği güne baktı. Yaşlı Masal Seven küçük bir yaraya baktı. İnandığın her düş, her geciken mevsim yarasını bırakırmış. Gül Mavi yenilenmişti. Ve gelecek yeni bit takım haberi için ismini hazırladı. İlham ağacının altında, bir danışmanlık istedi.

 Cadılar hazırlıklarını bitirmişler. Nihai savaş öncesi toplantı da ilk konuşan Cadı Kül, artık bu yerde “yaşam takımlarının küllerini görme zamanı” diye çığlık atmış. “Hepimiz bugüne kadar yapmadığımız bir şeyi yapacağız, iyi hislerin kökünü zakkum kuyularında kaynatacağız. Bir daha hiç kimse, kalbiyle konuşamayacak, yüzeyde yaşayan yosunlar gibi sabit taşların üzerinde yaşamaya mahkûm olacaklar.” Dediğinde öyle bir motive olmuşlar ki az kalsın onları izleyen kunduz göle düşecekmiş.

Cadılar bir kez kazanırsa Dargalar bir kez kaybederse, üretkenler bir ömür yüreklerini gömeceklerdi karanlık denize. O denizin kurbağasından onu tekrar alabilmek ne zor bir iş.

 Gece ateşi yanıyordu. Masal başlamıştı şömine başında. İsimler ve yazgılar karışıp bir göle bulutları sağıyordu. Gökyüzü akarsuları hazırlanıyordu yeni sabaha.


Yaşam Takımları™ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın

0 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle

0
Düşüncelerinizi merak ediyoruz, lütfen yorum yapın.x